Back to the Starbucks
Markalar hakkında düşünürken “zaman” kavramını da hesaba katmalıyız.
Marty McFly Libyalı teröristlerden kaçarken, Delorean’le saatte 88 mil hıza ulaşır ve bir anda 30 yıl öncesine döner. Saat kulesine daha yıldırım düşmemiştir. Ama meydan, yollar, evler, dükkanlar, okul, yaşadığı semt hemen hemen aynıdır. Hiç yabancılık çekmez…
Kurgu olmasına gerek yok. Mesela Londra’da, dedesinin 50 yıl önce gittiği bara gidip dedesinin oturduğu masada oturabilenler var. Ya da Paris’te annesinin alışveriş yaptığı butikten hâlâ alışveriş yapabilenler var.
Bizde mümkün mü? Değil.
Ben bir seferinde, çocukluğumun geçtiği Antalya’ya indiğimde, havaalanında 20’li yaşlardaki taksiciye, evimin olduğu semti anlatamamıştım. Semtin adı değişmiş. Yolu da tarif edemedim. Yollar da değişmiş.
Biz her şeyi sürekli yok edip sürekli yenisini yapıyoruz. Zamanla bir ilişkimiz, bağımız yok.
Ama pazarlamayla ve markalamayla ilgili tüm teori ve pratiği, geçmişle bağını ve sürekliliğini ciddiyetle koruyan Batı’dan alıyoruz. Bu farklılığın bir arızaya sebebiyet vermemesi mümkün mü?
Markaları düşünürken “zaman” kavramını da hesaba katmalıyız.
Starbucks’ı düşünün…
Bugün bazı pazarlamacılar, Starbucks’ın bugünkü haline bakıp, yeni markaları için Starbucks’ı örnek almaya çalışıyorlar. Marka kimliği, yarattığı deneyim, kişiselleştirme…