Yıllar önce dergi reklamları yapıyorduk.
Türkiye’nin en büyük medya gruplarınından birinin dergi bölümü çalıştığım ajansın müşterisi oldu. Benim de içinde bulunduğum kreatif ekip, ajanstaki başka diğer birkaç markayla birlikte, dergiler için de çalışmaya başladık.
Hangi dergiler? Hepimizin isimlerini bildiği, okuduğu, bazısı haftalık bazısı aylık, bazısı ulusal bazıları uluslararası haber, ekonomi, moda, dekorasyon ve hobi dergileri… 10’a yakın dergi.
Çalışmaya başladığımızda önce her dergiyi inceledik ve rekabete de bakarak her dergi için bir stratejik yol tasarladık.
Devamında da her dergi için aynı medya grubunun diğer dergilerde, gazetelerinde, radyolarında ve televizyonlarında yayınlanmak üzere reklamlar hazırladık.
İlk reklamların yayınlanmasıyla birlikte, etkiyi anında görmeye başladık. Dergilerin satış rakamları artmaya başladı. Haftalar ilerledikçe satış rakamları yukarı tırmanıyordu.
Dergiler baskıdan kısa süre önce bize geliyor, biz dergileri okuyor, inceliyor ve o sayıdaki içeriği de dikkate alarak o sayının reklamlarını hazırlıyor, mecralara uyarlıyor ve yayına gönderiyorduk.
Müthiş bir tempoda ve müthiş bir hızda çalışıyorduk. Makina gibi…
Ve yaptıklarımızın etkisini anında gördükçe, yani her hafta dergilerin satış rakamları zıpladıkça, daha da şevke geliyorduk. Her şey iyi gidiyordu, o medya grubunun şu an kullanılmayan eski binasındaki meşhur barında ağırlanıyor, tebrik ediliyorduk.
Tek dergi hariç.
Dergilerden birinde tık yoktu.
Ne yaparsak yapalım satışlarını artıramıyorduk. Ayda 3000 satıyorsa 3000 satmaya devam ediyordu.
Stratejiyi değiştirdik, kampanyayı değiştirdik, tasarımları değiştirdik, dili değiştirdik, onu değiştirdik, bunu değiştirdik, yine tık yok.
Müşteri tarafından özel bir baskı gelmiyordu ama biz takılmıştık. Bütün dergilerin satışlarını zıplatabiliyorken, bu derginin satışlarını neden artıramamıştık?
Birkaç ay patinaj çektikten sonra, bir “evreka” anı yaşadık. Buldum!