Ürününün ya da hizmetinin piyasadaki en kalitelisi olduğunu iddia etmeyen çok az patron ve pazarlama yöneticisi tanıdım. Çoğu, ısrarla en kalitelisi olduklarını iddia ediyorlardı.
Kimin doğru söylediği kimin işkembeden salladığı umrumda değil. Çünkü kalite, pazarlama ve markalama için önemli bir kavram değil.
Tüketiciler için kalite artık bir ekstra değil, doğal bir beklenti. Kaliteli bir ürün ya da hizmet övünülecek bir şey değil, zaten olması gereken.
Kalite artık sadece oyuna girmenize ve oyunda kalmanıza yarar. Öne geçmenizi sağlamaz.
Bu yüzden kalite üzerine bir marka inşa etmeye çalışmak deniz kenarında kumdan kale yapmak gibi. Kalenin ömrü pek uzun olmaz.
Maalesef çoğu patron ve pazarlamacı bir hayal dünyasında yaşıyor. Zannediyorlar ki pazarda sadece kendi markaları ve tüketiciler var. Tüketiciler için en uygun ürünü en kaliteli şekilde ürettiklerinde, tüketiciler onlara hayran olacak.
Gerçeklerin bununla alakası var mı? Yok. Çünkü rakipler var.
Vatandaşın aklını çelmeye çalışan, elinizdeki müşteriyi kapmak için sırtlan gibi etrafınızda dolaşan rakipler var. Emin olun, onlar da kaliteli…
Ve vatandaş, 2 marka arasındaki kalite farkını anlamakla ilgilenmez, anlamaz da… Üstelik marka, tüm algıyı değiştirir. Bununla ilgili onlarca araştırma var.
Yani tüketiciyi tanımanız ve onun için en uygun olanı üretmeniz yetmez. Bunu herkes yapıyor. Önemli olan onun sizi tanıması, istemesi, tercih etmesi.
Peki çözüm ne?
Daha kaliteli olmanız değil. Daha farklı olmanız.
Onlarca seçenek arasında sırıtmanız, fark edilmeniz.
Daha iyi değil, daha büyük, daha küçük, daha pahalı, daha hızlı, daha yavaş, daha aklınıza ne gelirse…
Yok, illa ki daha kaliteli olduğunuzdan bahsetmek istiyorsanız da, konumlandırmanın mucitlerinden Jack Trout’un aşağıdaki tavsiyesine kulak verseniz iyi olur:
“Eğer farklı bir yanınız yoksa, fiyatınızın düşük olmasında yarar var.”