Herhangi bir ürün ya da hizmet satın almayı düşündüğünüzde, en iyisini mi arıyorsunuz? Ne sıklıkta “en iyisini” arıyorsunuz?
Diyelim ki en iyisini arıyorsunuz…
Size göre en iyisini bulduğunuzda, onun gerçekten en iyisi olduğundan ne kadar emin olabiliyorsunuz?
Ya da şöyle düşünelim: Karşınıza belki en iyisi olmasa da gayet iyi bir seçenek çıktığında, en iyisini aramaya devam ediyor musunuz? Yoksa “gayet iyi bir seçenek” gayet yeterli geliyor mu?
Peki gayet iyi bir seçenek karşınızda dururken, en iyisi için ne kadar daha fazla ödersiniz? 100 liraya işinizi gayet görecek bir seçenek varken, en iyisine 150 öder misiniz?
Bir de en iyisinin en iyisi olduğuna nasıl karar veriyorsunuz? Öyle ya, her ürün ya da hizmeti değerlendirebilecek kadar yetkin olmayabiliriz. Kahveden anlarız da mesela mali müşavirin en iyisinden anlamayabiliriz.
Karar vermeye çalışırken webde okuduklarınıza, yorumlara, sosyal medyaya güvenebiliyor musunuz? Ya da en iyisi olduğunu iddia eden bir markaya güvenebilir misiniz?
Sorular biraz kafa karıştırıcı ama biraz da can sıkıcı. Çünkü, masanın diğer tarafında oturan, ürün veya hizmeti markalayıp pazarlayanlar için, acı bir gerçeği bas bas bağırıyor: En iyisi olmak için uğraşsak da, en iyi olsak da, bunun sonuca etkisi beklediğimiz kadar değil.
Dikkat çekmek için farklı da olmamız gerek.
Peki denge noktası neresi? Ne kadar iyi, ne kadar farklı?
Dikkat çekecek kadar farklı olmak gerek, o kesin. Ama ne kadar iyi olmalı, orası biraz karışık.