Andersen’in meşhur masalındaki küçük çocuk, kralın üzerinde giysi olmadığını görür ve bağırır: Kral çıplak!
O ana kadar gıkını çıkarmayan halk, çocuğun bağırışından sonra galeyana gelir. Çıplak, kral çıplak, kral çıplak…
Gayrinizami bir marka inşa etmek için, o çocuğun temiz ve masum zihnine ihtiyacımız var. Çünkü zihinlerimiz temiz değil. Maalesef değil.
Kategori lideri zihnimizi kirletir
Kendi kategorinizdeki en eski, en yerleşik markayı düşünün, kategorinizin Arçelik’ini ya da Coca-Cola’sını, her kimse…
O marka o kategorideki diğer markalar için artık o kadar baskın bir karakterdir ki, söylediği ve yaptığı her şey, otomatik olarak doğru kabul edilir.
Öyle ya, o marka yıllardır orada ve lider. Bir bildiği mutlaka vardır.
O fiyata satıyorsa bir bildiği vardır. O rengi kullanıyorsa bir bildiği vardır. Kare yaptıysa bir bildiği vardır, karton kullandıysa bir bildiği vardır, 9 santimse bir bildiği vardır, 2 litreyse bir bildiği vardır…
Toptan satıyorsa bir bildiği vardır, bayi ağı varsa bir bildiği vardır, e-ticarete giriyorsa bir bildiği vardır, girmiyorsa da bir bildiği vardır…
Gerçekten bir bildiği var mıdır yok mudur, önemli değil. İster istemez, o markayı otorite kabul ederiz. Onun yaptıklarını kerteriz alır, ona göre yön belirleriz.
O kategorinin kural kitabını o marka ya da tepedeki o markalar yazar.
Kendi ürünümüzü ve markamızı tasarlarken, o markadan öğrendiklerimiz, bazen gizli bazen açıkça, bizi etkiler, yönlendirir. Zihinlerimiz hiç temiz değil, derken kast ettiğim bu.
Kral çıplak, diyen çocuğun masumiyetiyle bakamayız.
Kralın kıçı açıkta da olsa, kralın bir bildiği vardır, deriz.
“Elbisesi de ne güzelmiş.”
Bu yüzden kendi ürünümüzü ve markamızı, ister istemez, genel hatlarda kategorideki krala benzetiriz.
Farklılaşmaya çalışırsak da, daha derinlerde, çok daha sofistike bir farklılık noktası ararız. Keşfedilmemiş bir farklılık ve çok ince detaylar peşinde koşarız.
Gayrinizami markalar böyle yapmaz.